MURİS (MİRASBIRAKAN) MUVAZAASI NEDENİYLE TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI
MURİS (MİRASBIRAKAN) MUVAZAASI NEDENİYLE TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI
İlgili Kanun Maddesi ve Dayanak Yargıtay İçtihatları
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu
Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler
“MADDE 19- Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.
Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz.”
Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi
“MADDE 611- Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşmedir.
Bakım borçlusu, bakım alacaklısı tarafından mirasçı atanmışsa, ölünceye kadar bakma sözleşmesine miras sözleşmesine ilişkin hükümler uygulanır.”
“MADDE 612- Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, mirasçı atanmasını içermese bile, miras sözleşmesi şeklinde yapılmadıkça geçerli olmaz.
Sözleşme, Devletçe tanınmış bir bakım kurumu tarafından yetkili makamların belirlediği koşullara uyularak yapılmışsa, geçerliliği için yazılı şekil yeterlidir.”
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu 01/04/1974 Tarih 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı
“…….
Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanan muvazaa ile Medeni Kanununun 507/4. maddesine dayanan tenkis davasının ayrı ayrı hukuk müesseseleri olduğu yönünden görüşler arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Medeni Kanunun 5 inci maddesi hükmünce sözleşmelerin doğumuna, hükümlerine ve sukutu nedenlerine ilişkin olup, borçlar kısmında yer alan genel kuralların Medeni Hukukun diğer kısımlarında da uygulanması öngörülmüştür. O halde Borçlar Kanununun genel hükümleri arasında yer alan 18. (Türk Borçlar Kanunu 19.maddeye tekabül etmektedir) maddenin miras hukukunda da uygulanması doğaldır.
Miras hükümleri arasında bu kuralı engelleyecek bir hükme de yer verilmemiştir. Medeni Kanunun 507/4. maddesinin miras kısmında yer alması, mirasçının Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanan dava hakkını engelleyecek bir sonuç doğurmaz. Yukarıda değinildiği üzere, her ilki maddenin ayrı ayrı hukuk müesseselerini düzenlemiş olması karşısında sorunun başka türlü düşünülmesi de olanaksızdır. O halde Borçlar Kanununun 18. maddesinin miras ile ilgili sözleşmelerde de uygulanması gerekir.
Karşı görüşte belirtildiği gibi muvazaalı satış işlemiyle miras hakkından yoksun edilen kimse külli halef olarak değil, doğrudan doğruya -üçüncü kişi olarak dava açmak hakkına sahiptir. Çünkü bu üçüncü kişinin hakkı, miras bırakanla alıcı tarafından birlikte yapılan hukuk işlemiyle çiğnenmiştir. Böyle bir durumda üçüncü kişinin dava hakkının varlığı, kanunda belli konulara hasredilmemiştir. İsviçre Federal Mahkemesi de kararlı içtihatlarıyla konuyu bu doğrultuda çözüme bağlamıştır.
Muvazaa nedeniyle satış sözleşmesi geçersiz sayılsa bile gizli hibe akti geçerli olacağından mirasçının Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak açacağı davada yarar bulunmadığı ve bu nedenle bir sonuç doğurmayacağı düşüncesini de kabul etmek olanaksızdır. Gerçekten böyle bir davayı açacak kimsenin, davada yararının bulunması zorunludur. Ve ilke olarak da gizli akit geçerlidir. Ancak gizli aktin geçerli sayılabilmesi için tüm koşulların oluşmuş olması zorunludur.
İçtihadı birleştirmeye konu, tapuda kayıtlı bir taşınmaz malın muvazaalı olarak satışıdır. Böyle bir durumda gizli aktin geçerli sayılabilmesi için gizli akit, biçim koşuluna (şekil şartına) bağlı ise biçim koşulunun da gerçekleşmiş olmasında zorunluluk vardır. Aksi durumda hibe sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Çünkü tapu memuru önünde açıklanan irade, bir ivaz karşılığı mülkiyetin aktarması iradesidir ki, sadece bu iradeye resmiyet verilmiştir. Satışa ilişkin, resmi işlemin gizli akti de içine alacağı kabul edilemez. Nitekim İsviçre Federal Mahkemesinin kararlı içtihatları ve yabancı bilimsel hakim görüşler de bu doğrultuda yerleşmiştir. Ayrıca 7/10/1953 gün 8/7 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararında bu temel görüş benimsenmiştir. Sonradan çıkarılan 27/3/1957 gün ve 12/2 saydı içtihadı Birleştirme Kararı ise, şufa, ile ilgilidir. Görüşmeler sırasında ileri sürüldüğü gibi bu karar, 1953 günlü içtihadı birleştirmenin kabul ettiği ilkeyi de bozmamıştır. Sözü edilen 27/3/1957 günlü içtihadı birleştirme kararında: şufa yükümlüsü taşımaz sahibinin yaptığı satış aktinin, aslında hibe olduğunu iddia etmesi karşısında böyle bir dava hakkının bulunduğu ve ispatlandığı takdirde şufa hakkının var sayılamayacağı belirtilmiştir. Burada hibenin geçerliliği değil satım sözleşmesinin geçerliliği ele alınmıştır. Hiç kuşkusuz böyle bir olayda hibenin de geçerliliği ileri sürülmüş olsa, hibe sözleşmesi de geçersiz olacağından taşınmaz şufa yükümlüsüne geri döner ki, şufa hakkı bakımından sonucun değişmeyeceği doğaldır.
Borçlar Kanununun 18. maddesine göre mirasçıya tanınacak iptal davası hakkının Medeni Kanunun 507/4 maddesinin uygulanmasına yer bırakmayacağı doğrultusundaki düşünceleri de kabul etmek olanaksızdır. Çünkü Medeni Kanunun 507/4. maddesindeki dava hakkı, aslında geçerli işlemler için tanınmış bir dava hakkıdır. Borçları Kanununun. 18. maddesine dayanan dava hakkı ise, işlemin aslında geçersizliği nedenine dayanır; onun içindir ki, Medeni Kanununun 508. maddesinde iyi niyetli olan ve kendisine teberruda bulunulan kimse korunmuştur.
Miras hukuku, miras bırakanın iptali mümkün ölüme bağlı tasarruflarında bile onun son arzularına değer verilmemiştir. (Medeni Kanunun Md. 499 ve 500) ölenin son arzularına saygı ilkesi, ancak onun hukuka uygun tasarrufları için söz konusudur. Bu bakımdan miras hukukunda ölenin son isteklerine saygısızlık gibi bir düşüncede de kabul edilemez.
Medeni Kanunun 603. maddesi hükmü de aslında geçerli tasarruflara karşı mirasçıların miras payını diğer mirasçılara karşı koruyan bir hükümdür. Geçersiz tasarruf miras payına etki yapmayacağından, mirasçının bu hükme dayanmasında bir yarar yoktur. Böyle bir tasarrufla miras bırakanın açığa vurulan iradesi ile hukukça değer taşımaz.
Bu nedenlerle Yargıtay ikinci Hukuk Dairesinin görüşünü ve o doğrultuda ileri sürülen karşı görüşleri kabul etmek olanağı bulunmamıştır.
Sonuç :Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte (bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini Satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanununun 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına, Yargıtay İçtihatları Birleştirme (Büyük Genel Kurulunun 1/4/1974 günlü ikinci toplantısında oyçokluğuyla karar verildi.
Muris Muvazaası Nedir?
Muvazaa, bir hukuki ilişkinin taraflarının gerçek iradelerini, gerçekte yapmayı arzuladıkları işlemi, yapmayı arzu etmedikleri başka bir hukuki işlemin arkasına gizlemeleridir. Tarafların yapmak istedikleri gizli işlem ile gerçekleştirmek istedikleri amaç, görünürdeki işlemle gerçekleştirilmektedir. Tarafların yapmak istedikleri gerçek işlem, çoğunlukla hukuka aykırı veya 3.şahısların haklarını zedeleyici işlemler olduğundan, yapmak istedikleri işlem ile gerçekleştirecekleri amaçlarını, görünürde, kağıt üzerinde bir işlem ile gerçekleştirmektedirler.
Muris muvazaası ise, miras bırakanın, mirası üzerinde hak sahibi olanlardan mal kaçırmak, veya birini diğerinden kayırabilmek amacıyla yapmış olduğu sözde işlemlerdir. Bunun en tipik örneği çocuklarından birini diğerlerinden kayırmak isteyen miras bırakanın, vefatından önce mal varlığını kayırmak istediği çocuğuna tapuda satmış gibi göstermesidir. Amaçlanan işlem, diğer mirasçılarına mal varlığı bırakmadan, mal varlığını arzu ettiği çocuğuna bırakabilmek iken, görünürdeki sözde satış işlemi ile bu amacını gerçekleştirmektedir.
Tabi her işlemin muris muvazaası nedeniyle iptali söz konusu olamamaktadır. Öncelikle gerçek iradeye, amaçlanan iradeye uygun olan işlemlerde muvazaadan bahsedilemeyeceğinden dolayı, bu sebeple iptali de söz konusu olamayacaktır. En bariz örneği, ölünceye kadar bakma sözleşmeleridir. Miras bırakan baba, sağlığında evlatlarından biri ile yapmış olduğu, kendisine ölünceye bakması karşısında sahibi olduğu evi, arsayı ve parasal değeri olan her türlü mal varlığını evladına veya bir başkasına vermeyi taahhüt ettiği sözleşmeye ölünceye kadar bakma sözleşmesi denir. Bu sözleşme gerçekten yapılmış, uygulanmış, taraflar üzerine düşen edimleri, vazifeleri yerine getirmiş ise, miras bırakanın bu işleminde bir muvazaa olduğu iddiası kabul edilmeyecektir.
Vasiyetname ile bir şahsın mirasçı olarak atanmasında da muvazaa iddiası dinlenmeyecek, ancak şartları var ise saklı pay sahibi mirasçıların tenkis talepleri dinlenebilecektir.
Yine muris muvazaası sayılamayacak işlemlerden biri, devir işleminin gerçek bir satış şekliden gerçekleşmesi ve gerçekten bir bedelin ödenmiş olması durumudur. Burada da muvazaa gerçekleşmediğinden muvazaa iddiası dinlenmeyecektir.
Yine gelenek göreneklere göre yapılan evlenen evlada yapılan aşırı olmayan bağışlamalar, okuyacak olan çocuğa yapılan edindirmeler ve ölmeden önce adaletli, eşit bir şekilde yapılan paylaştırmalara karşı da muvazaa nedeniyle iptal davası açılamayacaktır.
Muris muvazaası davası, yasal ve atanmış mirasçılar tarafından açılabilir. Atanmış mirasçılar, vasiyetname ile miras bırakan tarafından tek taraflı irade ile mirasçı yapılmış şahıslardır.
Muris muvazaası sebebiyle tapu iptal ve tescil davalarını tenkis davası ile birlikte terditli açmakta fayda vardır. Yine, mal varlığının elden çıkarılmış olması ihtimaline binaen terditli bir şekilde alacak talep etmekte faydalı olacaktır. Zira Mahkeme muvazaa kanaatinde değil ise en azından tenkis talebi ile saklı paylı mirasçıların saklı payları korunacak ve talep edilebilecektir.
Görevli ve Yetkili Mahkeme
Muris muvazaası nedenine dayanan tapu iptal ve tescil davalarından görevli Mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesi, yetkili Mahkeme dava konusu taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir.
Zamanaşımı
Muris muvazaası sebebiyle açılacak olan tapu iptali ve tescil davalarında zaman aşımı söz konusu değildir. Bu dava her zaman açılabilir. Zira muvazaanın tarafları kötü niyetlidir.
Avukat Burak Cem Tosun